1 Kasım 2014 Cumartesi

Bir Kadının Penceresinden - Oktay Rifat

Oktay Rifatin bu kitabında ana karakter Filiz, kocası Bedrinin gölgesindeki yaşamına davetsiz bir misafirin girişini ve kendini bu sayede keşfetmesini, sorular sormasını, kocasını, yaşamını sorgulamasını okuyoruz.

Türü "roman".. Ama şiir diyesi geliyor insanın. Hayalle gerçeğin, burdakiyle uzaktakinin, anılarla düşüncelerin, duygularla söylenenlerin içiçe geçtiği, harman olup savrulduğu bir metin. Bir an şimdideyiz, bir an sonra geçmişte, gelecekte, kahramanımız Filiz çay demlerken, bir cümle sonra boğazdaki vapurdayız, püfür püfür.. Hangisi gerçek hangisi kurmaca bilmiyoruz. Umrumuzda da olmuyor, bırakıyoruz kendimizi Oktay Rifatın cümlelerinin akışına..

12 Ekim 2014 Pazar

Otostopçunun Galaksi Rehberi - İlk 3 Kitap

Otostopçunun Galaksi Rehberi
Otostopçu Evrenin sonundaki restoran
Otostopçu Hayat, Evren ve Herşey

5+1'lik serinin ilk 3 kitabını okudum. Serinin çok popüler ve hayranlık duyulan bir seri olduğunu biliyordum. Bu seriyi bana sevgili arkadaşım Başak hediye etti.

Çok akıcı, keyifle okunan bir seri. Bilim kurgu zaten sevdiğim bir tür, bunu bir de mizahla karıştırınca okuma keyfim katlandı.

Rehberden alıntılar kitabın hoş bi tarafıydı. Ama bir de durmadan düzene, iktidara, otoriteye vs laf sokan bi durumu var kitabın ki bence en takdire şayan yanı da bu. Hayalgücü, kurmaca sayfalar dolusu. İnsan bu derece bir "uydurma" kapasitesine şaşırıyor.

Beğenmediğim yönü ise bazı noktalardaki absürdlük beni sıktı diyebilirim. Özellikle şu kriket ile ilgili olan bölümler fazla uzadı, bu derece absürdlükten bi noktadan sonra hoşlanmadığım için olsa gerek :) Kriket sahasında kanepe ile belirmeleri, kriket gezegeni vs..Mesela ekşideki bir yazarın alıntıladığı şu bölümü pek beğenmemiştim : (bkz: https://eksisozluk.com/entry/6804542 )

22 Eylül 2014 Pazartesi

Birgi - Çakırağa Konağı


Birgiye seyahat zamanda bir yolculuk yapmak gibi. Sanki saatler durmuş, o eski zamanlarda bir mola vermiş gibi. Çakırağa konağı ise Birgide görülecek en güzel yer. Köyün genel havası kesinlikle bir harika ama bu konağa özellikle gelmeli. Ahşap işlemelerini incelemeli, tahta merdivenlerden gacır gucur çıkarken kendini bir hanım gibi hissetmeli. Bu konakta neler olduğunu düşünmeli, şu balkondan kimler baktı, neler düşündü bunları hayal etmeli..



Konağın sahibi Çakır ağa'nın iki hanımı var diyorlar. Birisi İzmirli birisi de İstanbullu. Bu yukarıdaki resim İstanbulu özleyen hanımı için özel hazırlanmış.. Böyle hikayeleri bilerek gezince daha bir anlamlı oluyor :)

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Bir Psikiyatristin Gizli Defteri

Oldukca ilginc vakalarin oldugu bu kitabin ana fikri aslinda beynin vucuda nasil etki edebildigi. Birseyin olmasi icin beynimizin buna inanmasi yeterli. Zor ve stresin yogun oldugu anlarda beynimiz bize kor olmamizi soyleyebilir mesela. Goz sinirlerimize ya da gozumuze hicbir zarar gelmedigi halde gorme yetimizi kaybedebiliriz. Ya da fazla su icmekten dolayi beynimizin calismasi olumsuz etkilenebilir ve anlamadigimiz sekilde durgunluk yasayabiliriz.

Basarili bir terapistin vakalari cozmesini ve bunu yaparken bize anlayabilecegimiz sekilde nasil cozdugunu, beynin calismasindan ve terapi yontemlerinden bahsederek anlatiyor..

Kitapta eşi Gigi'nin de vakaları çözmedeki payından bahsetmesi ve kitabı beraber yazmış olmaları çok hoş.

Pearl S. Buck - Ana

Ben bu romanı çok sevdim. Çevirmenin önszödeki notuna tamamen katılarak okudum. Romanın Çin'de değil sanki Anadolu'da geçtiği hissiyatıyla okuyacağımıza dair notuna..

Ana sadece bir anne değil, o bir gelin, eş, kadın, kayınvalide, komşu, köylü, çiftçi ve dindar. Bu rollerin içinde sıkışıp kalıyor kimi zaman. Kimi zaman anne olmaya çalışırken kadınlığı, kadın olmaya çalışırken dindarlığı, çiftçi olmaya çalışırken anneliğini unutuyor.


Kitabın kurgusu içerisinde önceleri gelin olan "Ana" daha sonra kayınvalide olduğunda kayınvalidesini anlıyor, zamanında kayınvalidesinin yaptıklarını kendinin yaptığını farkediyor.

Kitapta isimler yok, sadece "Ana", "erkek" gibi tanımlamalar var.

Kitapta hepimizin zaman zaman hissettigi ofke, kaybetme korkusu, ask, umut gibi duygulari cok guzel bir dille anlatiyor yazar.

Bunun guzel bir ornegi abinin kucuk kardese karsi duydugu ofke ve hinc, bunu cogu zaman kontrol edemeyisi..

Kucuge kars besledigi bu hinc, gun gunden artiyordu. Ana bu garazin buyukluk ve derinligini ancak, bir gun tam patlagiverince anladi. Hani onune bir bent cekilip de sulari tutulmus bir nehrin kucucuk gizli kaynaklarda icten kabara kabara, sonunda gurleyerej bir tasivermesi vardir; boyle uslu uslu akan bir nehrin, engelleri devirip yikmasi birden herkrsi sasirtir; cunku onun tabii akis ve seyrini yapadururken, bir yandan da gizli gizli kuvvetler topladigini kimse bilmez, ummaz...Bazi gorunuste uslu insan ruhlari da, boyle durup durup birden isyan ediveren taskin sulara benzerler. Sy. 165




Akıl ve tutku

Jane Austen kisa omrune bircok guzel roman sigdirmis, hepsi de filme uyarlanmis. Ben filmleri izlemedim, ama bu romani elimden birakamadigimi soylemem gerek. Biri akla-ahlaka biri duygularina guvenerek hareket eden birbirinden farkli 2 kiz kardes cevresinde donuyor hikaye. Oldukca akici bir anlatimi var, bu sebeple sayfalar ardarda okunuyor. Ama cok doyurucu bir tat biraktigini soyleyemem. Cubuk kraker gibi bisey :) arka planda surekli bir davetten davete gidenler, sinif farklari, kimin yilda kac lira kazanci oldugu gibi burjuvazi dertleri var. Acikcasi bu kitabi yaz tatilinde okudum, sezlonga yakisan ama çok da boş olmayan bir kitap diyebiliriz :)

Kış uykusu

Kış uykusunun bize ilk dokunan sahnesi bir cam kırılma sahnesi. ilk o dakika heyecanlanıyoruz ve içimize bir sıkıntı oturuyor, filmin sonuna dek gitmemek üzere. Durup durup yokluyor bizi camı kıran İlyas'ın kızgın bakışları. Babasına özenerek mi yoksa gerçekten öfke ve nefreti yaşadığı için mi böyle bakıyor bilmiyoruz ama o kapkara siyah zeytin gözler ensemizde duruyor, arada bir de kadrajdan gözümüzün içine bakıyor.

Sonra uzunca bir sure otelin içinde oturuyoruz. Otel Aydın'ın baba mirası. En çok vakit geçirdiğimiz oda, oyuncu Aydın'ın çalışma odası. Dekoru harika, çıtır çıtır sobası yanan, ama soğuk sahnelere şahit olan bir oda. Bu odada farklı sahnelerde Aydın beyi kız kardeşi Necla ile, eşi demeye dilimizin varmayacağı derecede uzak olduğu Nihal ile, dostu Suavi beyle ve cam mevzusuna dair Hamdi hoca ile diyaloglarına şahit oluyoruz.

Aslında film bize söyleyeceğini diyaloglar yoluyla soyluyor. karakterler arası gerilimi ve sebeplerini, geçmişi öğrenmemiz dışında iç seslerini de duyuyoruz sanki. bu manada ancak kitap okurken alabildiğimiz bazı tatları alıyoruz, karakterleri derinlemesine anlamak gibi, hayata dair felsefi düşüncelere dalmak gibi.. diyalogların gerçekçiliği oyuncuların ustalığı ile bezeniyor ve mükemmel tatta bir seyire ulaşıyoruz.

Bunların ötesinde filmin fonunda dış mekanlarda Kapadokya'yı, iç mekanlarda da kullanılan nesneleri hayranlıkla izledim. sandalyelerin, divanların uzerindeki örtüler, bardaklar, tabaklar, duvarlardaki tas objeler.. ve her birinin uzerine sıcak sari ışığını sunan dantel ve kumaş avizeler, masa lambaları, minderler..

Filme dair beğendiğim, üzerine düşünmek için not ettiğim bazı bölümler şöyle;

12 Ağustos 2014 Salı

Yaşar Kemal - Bir Ada Hikayesi 3 - Tanyeri Horozları

Fazla söze gerek yok, muhteşem dörtlemenin 3. kitabı. 2.kitaptan öteye çok farklı şeyler olmuyor ama yine muhteşem tasvirler, karakterlerin sıcaklığı, Anadoluya ve tarihe dair güzel ayrıntılar. Güzel türkçe, güzel edebiyat.. Daha nolsun, Yaşar Kemalin eline sağlık..

Alıntılar Yaşar Kemala özgü olarak cümleler şeklinde değil, bölümler olarak bir sayfalık alıntılar :)

Sy.309. da yılanların sevişmesine ve kabuk değiştirmesini belgeselleri aratmayacak kadar güzel tasvir  bölüm:
..Narlar olgunlaştığında değil de çiçek açtığında karayılanlar bahçelere akar gelirler, ağaçların altında biribirlerine sarılarak, kıpkırmızı, ateşten yeni çıkmış demir kırmızısına keserek sevişirler. Uzun uzun seviştikten sonra upuzun yere cansız serilirler, yavaş yavaş renkleri kırmızıdan karaya geçer, onlar da canlanır, yorgun, akar giderler. Bir de bu zamanlar, gene Çukurovada, belki başka yerlerde de böyledir, gene karayılanlar nar bahçesinde kavlarlar. Kavlama sözünü her yerde bilmezler, bu yılanın deri değiştirmesi demektir. Yılan önce ağacın altına ağır ağır akarak gelir, yukarda dallar pembe nalları götüremez, uzun kapkara bir yılandır bu. Çukurovada karayılan öldüren lanetlenir. Ağacın altında gelen karayılan önce iki kat olur, sonra açılır açılır kapanır. Ardından da üç büklüm olur, açılır açılır kapanır. Sonra bir top olur, ıslık gibi, inler gibi sesler çıkarır. Toparlanır gerilir. Bu çok uzun sürer. Bir yaratık bu kadar acıya nasıl dayanır, bunu analayabilmek zor. Onun için Çukurovalılar acı dolu değişimlere yılanın kavlaması gibi derler. Kıvranırken, ıslık gibi acı, ağlamsı sesler çıkarırken yılan birden susar, yere serilir, ölü gibi upuzun yere yatar, biraz sonra da belli belirsiz seğirir gibi eder, usulan akmaya başlar, biraz akar, birazıcık ilerledikten sonra durur, orada yatar. Gidip başından, kuyruğundan, neresinden tutarsanız tutun kaldırın, yılan ölü gibi cansızdır, hiçbir şey yapamaz ve yıanın az arkasında kıvrandığı yerde yılan uzunluğunda upuzun bir kav kalmıştır. Kav saydamdır, yattığı yerde öyle cansız epeyi bir süre kalan yılan kendine gelir, gene belli belirsiz, usuldan akarak otların arasında yiter, gider.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Necati Cumalı - Ay Büyüyünce Uyuyamam

Tür:Öykü

Necati Cumalı'nın öyküleri Türk toplumundaki evlilikler, evlilik dışı ilişkiler, aşklar, kocaya kaçmalar, kocadan kaçmalar, eve geri dönmeler, affetmeler, görmezden gelmeler, cinsel sorunlar üzerine..

Hassas olarak nitelendirebileceğimiz bu konuları o denli saf bir dille, o derece akıcı anlatıyor ki Necati Cumalı hayran olmamak elde değil.

Egede görev yapmış bir avukat olan Cumalı, Ege köylerinden edindiği izlenimleri 1969 yılında bu öykülere aktarmış. Kendisinin de amaç edindiği üzere hikayeler anlaşılırlık ve akıcılık konusunda adeta kristal gibiler.

Alıntılar:

"...benim çardağın önünde bir de sakız ağacı var ki bütün ovada eşi kimsede yok! Vaktiyle dikan dikmiş, ağaç da yerini sevmiş mi, boy atmış mı atmış, yayılmış da yayılmış! Ben diyeyim yüz yıllık, sen de iki yüz! Sakın ağacının gölgesi gibi koyu, hoş kokulu gölge bul bana? Vallaha her kim dikmişse, Rum mu Müslüman mı, altına her oturuşta hayırşa anarım işte! Ali Şahin bana bütün malını verici olsa sakız ağacımla değişmem!"


Kinyas ve Kayra


Kitabın absürd bir hikayesi var. Evlerinden kaçmış , Güney Amerikada ve dünyanın başka başka yerlerinde uyuşturucu işlerine bulaşmış,cinayet işlemiş, türlü kötülüklere bulaşmış iki arkadaşın hikayesi. Ancak tabi ki bu maceralar bir fon olarak kullanılıyor kitapta. Sürekli bir sorgulama, eleştirme tarzı var kitabın. Bu açıdan ben iki kitaba benzettim. Bir tanesi dövüş kulübü ve klasik Chuck Palahniuk tarzı. Kötü karakterler, insanın kötü olması halleri açısından.. Bir de tutunamayanlar'a. Dışarıdan görünenle aslında içimizde olanların arasından kocaaa boşluğu işaret etmesi açısından.

Kitabın ilk bölümü fazla akıcı olmayan, insanı boğan, tekrarlardan oluşan bir bölüm. Ancak 2. kitapta hikayenin akıcılığı artıyor, 3.bölümde en keyifli okumayı yapıyorsunuz.

23 Haziran 2014 Pazartesi

Yaşar Kemal - Bir Ada Hikayesi 2 - Karıncanın su içtiği

"deniz o kadar durgun, o kadar durgundu ki; karıncalar su içerdi"

Lozan Anlaşması sonrasında Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan mubadeleyi her kitabında olduğu gibi insan olma çerçevesinde anlatmaya devam ediyor Yaşar Kemal. Savaşı betimliyor, insanları nasıl hallere soktuğunu, insan dışında ne canlı varsa hepsine zarar olduğunu öyle güzel anlatıyor ki savaştan nefret etmek için bir çok bahanemiz oluyor.

"savaştan geriye kalmış her insan sakattır, yarı ölüdür. savaşmış her kişi savaştan önceki kişi değildir. yıpranmış, sakatlanmış bir kişidir. o kişiler ölünceye kadar mutlu olamaz, o pis dünyayı unutmak için böyle, kaçacak bir ıssız dünya ararlar."

2. kitabın ana karakterleri ilk kitapta birbirlerinin peşi sıra kaçan ve kovalanan Vasili ile Poyraz. 3. kişi olarak ilk kitapta Lena abla katılıyordu. Ve Kadri Kaptan ve annesi.