8 Mayıs 2009 Cuma
Meryem
Bundan tam 40 sene evveli düşünmüştü o gece uyumadan önce. Mahalledeki çocuklarla sokaklarda bir o yana bir bu yana dolaşır dururlar, kalabalıkların içine koşarak dalıp hemen geri ite kaka çıkarlar, babalarının içkilerini/sigaralarını çalarlar, ateş yakıp üzerinden defalarca atlarlardı sıkılmadan. O gün de aynı başlamıştı. Babasının darbukasını abisi almış, önceki gece kendince prova yapmıştı. Amcası da kemanını önceki geceden temizlemiş bir güzel de reçinelemişti. Babası ise böyle günlerde hep zurnasını alırdı eline , diğer zamanlarda darbuka davul eline ne geçerse çalırdı. Ama en çok zurnasını severdi. Bu günde de çok neşeli olduğundan zurnasını kimseciklere vermez sabaha kadar çalardı yorulmadan. Necdet de hepsinden az biraz çalıyor, hatta canı istese darbukayı konuşturuyor olsa da hıdrellez onun için serseri mayın gibi sağda solda dolaşmak demekti. Son birkaç senedir mahallenin güzel çingenelerine göz atmak, bakışmak için babasıgillerin yanına gidiyordu. Biraz duruyordu , sonra arkadaşları çağırınca yine aşağı yukarı koşturmaya. Ama o gece Meryemi görünce içinden arkadaşlarıyla gitmek gelmedi. Meryem dudağını kırmızıya boyamış , saçlarını salmış , annesinin renkli elbiselerinden birini giymişti. Necdet kalabalıklar arasında Meryemi görünce bir daha ortalıkta koşturmak istemedi. Babasının yanına gitti. Meryem de babasının grubu ile kendinde geçmiş dansediyordu. Necdet abisinden zar zor darbukayı aldı. Sen dedi git biraz soluklan hadi var de bu gece az ben çalayım. Darbukayı aldı eline , büyük bir yudum aldı abisinin hazırladığı votka fantadan. Parmakları darbukaya vurmaya başladı. Meryem sanki daha bir güzel oynamaya başladı. Belindeki pullu eşarbı bir sağa bir sola savurdu. Saçlarını öne attı , arkaya attı. Saatler nasıl geçti ne Meryem anladı ne de Necdet. Göz kırpar gibi yanıp yanıp sönen sokak lambasının kendine faydası yoktu ama dolunayın güçlü beyaz ışığı vardı üzerlerinde. Bir de ateşin kızıllığı vuruyordu Meryemin beyaz tenine. Kalktı , pencereden baktı Necdet , 40 sene sonra da gece yine dolunaydı. Bir sigara yaktı. Yıkık evlerin arasından görünen denize baktı. Müzik sesleri geliyordu sahilden. Sigarasını yaktı. Sigarasından ilk nefesini alırken havai fişekler göründü gökyüzünde. Dolunayın ışığıyla yarışan havai fişekler. Yaygaracı , gösteriş düşkünü havai fişekler. Aldırmadı Necdet. Dolunayı izledi. Şöyle bir uğramıştı Necdet de sahile. Hep okumuş çocuklar gelmişlerdi. Ellerinde biraları karton bardaklarda bir de tuhaf büyük fotoğraf makineleri. 3 5 çaldı orada arkadaşlarla. Şaşkın bakınıyordu bu çocuklar hepsine tek tek, bazıları da hayran hayran. Çoşkularına diyecek yoktu. Eğlenmişti Necdet de. Çocuklar hep bira ikram etmişler, biraz daha çalın diye ısrar etmişlerdi. Kafası da çakır olmuştu Necdetin. Bir yerden sonra sıkıldı Necdet, Hadi dedi iyi geceler gençler. Havai fişekler patlaya patlaya gündüze çevirmişlerdi geceyi. O gece ne Necdetin ne de başka bir mahallelisinin aklından Dilek ağacından ev araba bol para istemek geçmemişti. Pencereyi örttü, yatağa uzandı. Sırtını pencereye döndü. Meryemi hayal etti. Tıpkı bundan tam 40 sene öncesi yaptığı gibi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder