Hamilelik sürecinde, anne olmayı beklerken doğum sonrası sizi nelerin beklediğini bilemiyorsunuz ve adeta bir balayı havasında oda ne renk olsun, tulum kaç tane alayım gibi gereksiz mevzulara meyledebiliyorsunuz Tabi ki etraftan duyulanlar ile bir miktar uykusuz ve zor gecelerin beklediği biliyorsunuz. Ancak asıl önemli olan ve bilinmesi elzem bir konu var ki o da bu kitabın, Siyah Süt'ün konusu.
Siyah Süt, doğumdan sonra annenin kendini içinde bulduğu "postpartum depresyon"u konu ediniyor. Kıyısından köşesinden bu ruh haline uğramayan anne var mıdır bilmiyorum. Hayatınızdaki her şeyin birkaç gün içinde altüst olduğu, savunmasız minicik bir insan yavrusunun yönetiminde en üst düzeyde sorumlu hale geldiğiniz bir süreç bu.
Elif Şafak kitabı mizahi bir kurguyla kaleme almış. İnsanın içinde çelişip duran düşünceleri, duyguları birer parmak kadın olarak tasvirlemiş, her birine ilginç isimler vermiş ve bununla da kalmamış her birinin üstünde başında ne var, ne yeyip ne içiyor, ne okuyor'a kadar detaylandırmış. Kitabın bazı yerlerinde konudan kopup kendimi bu tasvirlere kaptırmışken buldum. Bazı yerlerinde bu karakterler tartışıyorken, bunun aslında bir metafor olduğunu unutup gerçek iki roman karakteri tartışıyor gibi okudum.
Kitapta ayrıca çeşitli örneklerler kadın yazarlardan, kadın yazarların toplumdaki yerinden ve daha ziyade yer bulamamalarından bahsediyor. Burada paylaştığı örnekleri beğendim. Ayn Rand'ın kesinlikle çocuk istememesi, sıkı bir feminist olan Virginia Woolf'un kadın hizmetkarlar çalıştırması ama isteklerini yazarak iletmesi, Tolstoy'un 13 çocuğuna annelik yapan Sofia, Zelda ve Scott Fitzgerald'ın sorunlu ilişkileri (bkz:ekşi) ilgi çekiciydi. Nitekim içerikle kopuk olanlar ve ayrı duranlar da yok değildi; akıcı şekilde romana yedirilememişti bazısı.
Kitapta bu iki unsur dışında kalan kısımda çok ufak ipuçları ile Elif Şafak'ın nasıl bir ruh halinden geçtiğini, neler yaşadığını "çıkarsayabiliyoruz". Yazar açık sözlülükle yaşadıklarını anlatmıyor aslında hiç. Gerçeklerden bahsetmiyor. Kurguda ve alıntılarda o kadar uzaklara açılıyor ki merakla okumak istediğiniz "depresyon neye benziyor" kısmı kıyıda gitgide küçülüyor, küçülüyor..
Yazar depresyon gibi sevimsiz bir konuyu mizahi unsurlarla ele alıp herkes tarafından rahatlıkla okunabilir bir kitap çıkarmış evet. Bu sayede kitap çok satan bir roman olabilmişken edebi değeri, metin değeri, okuyana depresyonla ilgili verdiği "farkındalık" çok fakir kalıyor. Bana sorarsanız hafif-okunabilir-kurgu kısmı da öyle dört başı mamur değil.
Sonuç olarak ben bu Benistan, İçimdeki Sesler Korosu, parmak kadınlar (ingilizcesi biraz daha güzel, Thumbelinas) ile ilgili bölümleri okurken kitaptan pek keyif alamadım. Hamilelik öncesi benzer gel-gitleri yaşamış, benzer çatışmalar sonucunda anne olmaya karar verip, bebeğini kucağına aldıktan sonra da postpartum depresyondan nasibini almış bir anne olarak içeriği çok faydalı bulduğumu da söylemem.
Not : Güliver'in Gezileri'nde de Liliput'un parmak boyutundaki yaşayanları detaylı olarak tasvir ediliyor. Ancak orada yazarın alt metinde vermek istedikleri ile hayali kurgu içiçe geçmiştir, okuyana keyif verir. Yeri gelmişken bu kitabı (aman ha, tabi ki de özet değil klasik versiyonunu) okumanızı tavsiye ederim. Bu kitapla ilgili yazımda şurada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder