Bir zamanlar çocuk olan biz büyükler, çocukluklarımızı paketlemişiz, kaldırmışız. Gündüz vakti kurduğumuz hayalleri, herşeyde “gülünecek birşey” bulmalarımızı, riya yalan dolan bilmeyişimizi de koymuşuz o pakete..
Şimdilerde etrafta kurum kurum kurulan, işi takım elbisesi
içinde muhteşem ciddiyeti ile yalan söylemek olan “büyükler”in dünyasında yaşıyoruz ve iyi biliyoruz ki bu dünya oldukça sıkıcı.. Aziz Nesin’in kitabını okurken biraz olsun çocuk olmak
nasıldı, henüz yeterince "büyük"leşmemişken dünya bize nasıl görünüyordu’yu hatırlıyoruz. Ve büyüklerin bu sıkıcı dünyasına çocukça baktığımızda nasıl
yalan dolanlar, nasıl çelişkiler, nasıl komiklikler içinde yaşadığımızı
görüyoruz.
Büyümek dediğimiz, her şeyi çok ciddiye alıp, kurallar koyup, çocuklarımızı da bu daracık kalıplara sığdırmaya çalışmak mı? Büyüsek de gülmeye, hafife almaya, dürüst olmaya, böbürlenmemeye devam edemez miyiz ?
Aziz Nesin’in romanında iki çocuk, mektuplaşmaları üzerinden
annelerini, babalarını, patronları ve çalışanlarını, öğretmenlerini apaçık, dolandırmasızca eleştiriyorlar. Büyüklerin icadı olan kibarlık, politiklik, ahlaklılık,
tutumluluk gibi kavramların aslında nasıl da içi boş bir şekilde yaşandığını ve
savunulduğunu görüyoruz. Nesin, eleştirisini yalın bir dille, hicivi fazlaca
abartmadan, alışık olduğumuz olayları olduğu gibi gözler önüne sererek
yapılıyor, ki gücü de oradan geliyor. Ve bu sadelik de çok güçlü bir mizah doğuruyor.
Ayağına çivi batarken iki şiiri karıştırıp bağıra bağıra
okuyan çocuk, bıyığı sakalı düşen minik adamların piyesi, beni sesli güldüren
bölümlerdi.
Kitap, hababam sınıfından da aşina olduğumuz ceketine kopya
iliştirilen “kül yutmaz”, adın ne deyince Fatih Sultan Mehmet diyen şaşkın
öğrenci gibi enstantaneler de içeriyor. Ayrıca tebessüme sebebiyet veren başka bir bölüm de çocuklara ideal anne tanımının sorulması üzerine çıkan sonuçlar. İyi giyimli, bakımlı ve sigara içmeyen anne istiyormuş çocuklar.
Çocukken okumamışsanız da geç değil, koca koca insanlar olup
çocuk hallerimizi unutmamıza reçete niyetine yazılabilecek bir kitap. Okuyun.
Kitaptan bazı alıntılar :
İdeal anne
"..öğrencileri arasında yaptığımız ankette ilkokul çağındaki 350 çocuktan 235'i, annelerini çok sevdiklerini, buna rağmen kendi annelerinde ideal annede olması gereken bir takım vasıfları bulamadıklarını belirtmişlerdir. 350 çocuktan yalnız 150'si, kendi anneleriyle hayallerindeki ideal anne arasında bir fark görmediklerini söylemişlerdir"
Birinci
"Ertesi gün, okulda sıra arkadaşım olan kıza, babasının sınıflarını nasıl geçtiğini sordum.
-Benim babam sınıflarını birincilikle geçmiş... dedi.
Konuşmamızı duyan arkamızdaki sıradan bir çocuk da,
-Benim babam da öyle, dedi, hep birinciymiş okuldayken...
Derken, öbür çocuklar da bu konuşmaya katıldılar. Babasının okuldaki durumunu bilmeyen yalnız üç arkadaş çıktı sınıfta. Öbürlerinin hepsinin de babaları, sınıflarının birincisiymiş. "
Zeynel Bey
"Metin ağlamaya başladı. Sözleri hıçkırıklarına karışarak,
-Doğru söylüyorsunuz, dedi, her gece Zeynel Bey'in tembel, taş kafa, bilgisiz bir budala olduğunu söyleyen siz değil misiniz? Onun fabrikaları var, şirketleri var, işyerleri var, mağazaları var, otomobilleri apartımanları var... Oğlu da okumamış, kendisi gibi işte...
Hem ağlıyor, hem çatallaşan sesiyle bağırıyordu:
-Ben artık okula gitmeyeceğim. Ben Zeynel Bey'den daha zengin olacağım. Yanımda onunkinden daha çok adam çalıştıracağım. Çalışkan, bilgili, okumuş insanlara iş vereceğim... "
Sirk cüceleri
"Bizim sınıf öğretmenimiz de, müsamerede oynanması için bir piyes yazdı.
Tanıdığım büyüklerin çoğu, işlerini sevmiyorlar, başka bir iş yapmak istiyorlar. Alalım babamı, babam her zaman söyler bize, eğer okuyabilseymiş, büyük bir şair olabilirmiş. Şimdi bile boş vakit buldukça şiir yazar: Teknisyen olan amcam da, doktorluğa özenir. Bizim öğretmen de, yazar olduğu kanısında. Bize derslerde kaç kere, -Yazar olacaktım ama kısmet değilmiş dedi.
Benim anladığım, herkesin gözü, kendi uğraştığından başka bir işte.
..
Piyes gerçekten çok acıklıydı. Biz sınıfta okurken hep ağlıyorduk.
Öğretmene,
-Gülünçlü bir oyun olsa daha iyi olmaz mı efendim? dedim.
-Her yerden çıkarsın Ahmet... yani maskaralık mı yapacaksın? dedi.
Oysa ben başka bişey anlatmak istemiştim. ... Daha önceki müsamerelerde de görmüştüm takma bıyıklı çocuklar, sahnede, sirk cüceleri gibi duruyorlar. Ne kadar acıklı konuşurlarsa, o kadar komik oluyorlar. Ne kadar acıklı söyleseler, seyirciler gülüyor. Böyle olacağına, doğrudan bir komedi oynamak, daha iyi olur demek istemiştim. Ama öğretmen azarlayınca sustum. "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder