21 Aralık 2013 Cumartesi

Dorian Gray'in Portresi - Vicdanımız olmadan olabilir miyiz?

Dorian Gray'in portresine birgün radyoda rastladım. Bir radyo tiyatrosunda bu eseri seslendiriyorlardı. Okunması gereken klasiklerden biriydi, zaten eşim almıştı ve kitaplıkta beni bekliyordu. Kitap beklentilerimin çok üzerindeydi. Radyoda duyduğum kısımdan bende oluşan beklenti iyi bir roman olacağı şeklindeydi. Ancak kitap ahlakı sorgulayan, iyilik/kötülük olarak adlandırdığımız davranışların temellerini arayan, soran, kafa karıştıran bir içeriğe sahip. Bütün bunları barındıran bir kitaba felsefi bir roman demek sanırım abartı olmaz.

Kitap 1891'de basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle oldukça fazla tepki toplamış.

Yazar romanın üç ana karakteri için : "Basil Hallward ben olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın ben sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda..."

Evet, roman bu üç ana karakter çevresinde kurgulanıyor.




Basil bir sanatçı, Dorian'a tapıyor. Sanatını ona adamış, ondan çok fazla etkileniyor. Adeta yörüngesine girmiş durumda. Dorian'ı Lord Henry ile istemeye istemeye tanıştırıyor. İstemiyor çünkü Dorian'ı kıskanıyor, başkası tanımasın istiyor.

Lord Henry, seçkin sınıftan bir karakter. İnsanın hayatta sadece zevk için var olduğuna inanan, seçkin sınıf dışındaki insanları elitist bir tavırla yok sayan, kitapta uzun cümlelerle durmadan aforizmalar savuran bir adam. Dorian ile tanışıp bu genci kendi düşünceleriyle adeta yıkıyor. Lord Henry'nin söyledikleri edebiyat tarihinde belki de en çok alıntılanan cümleler. Ben de okurken kendimi bu cümleleri işaretlemekten alıkoyamadım. Kimisine çok doğru bir tespit derken, kimisine de üzerinde durup düşünmek lazım bunun dedim. Bu alıntılar yazının sonunda..

Gelelim ismini romana veren karakter Dorian'a. Dorian henüz Lord Henry ile tanışmamışken Basil'in güzeller güzeli mankeni, dünyayla ilgili çok fazla kafa yormamış, safiyane bir genç. Ancak Lord Henry'nin tespitlerine, onun doğru bildiklerine, tavsiyelerine kendini o denli kaptırıyor ki zaman içinde bambaşka bir insan olup çıkıyor.

Kitabın tartıştığı temel konular şöyle; insan neden iyilik yapar, insan ilişkilerinin temelinde ne yatar , sanat nedir ve suç işleyen insanın alacağı en büyük ceza nedir.

Kitabın yorumlamasını bu sorular üzerinden giderek yapmak istiyorum.

İnsan neden iyilik yapar sorgusu kitapta "hayırsever" bazı aristokratlar üzerinden yapılıyor. Eleştiri Lord Henry'nin aforizmaları aracılığıyla. Lord Henry yapılan bütün iyiliklerin temelinde bir çıkar yattığına inanıyor. Ona göre bu insanlar kendine bir fayda sağladığı-kendini iyi hissettirdiği- için başkasına yardım ediyor.

Benzer bağlamda insan ilişkilerinin de çıkara dayalı olduğunu ileri sürüyor. Birşey bizim kendi "keyfimiz"e dokunmuyorsa onun için uğraşmamalıyız'a kadar götürüyor hatta bu söylemi.

Bir başka tartışılan konu ise sanatın ne olduğu. Sanat bir resim, bir opera eseri midir yoksa hayatın kendisi midir? Hayatın içinde yaşadığımız bir dram, sanatın ta kendisi olabilir mi? Yoksa dramlar sadece romanlarda okumak, tiyatroda izlemek için midir? Sanatta övdüğümüz herhangi bir kurguyu gerçek hayatta neden dışlıyoruz ?

Lord Henry bu sorular çevresinde Dorian'ın sevgilisinin kendisini öldürmesi üzerine bunun "muhteşem" bir dram olduğunu ve Dorian'ın da bu çerçevede bir roman karakteri gibi olduğunu söylüyor. Sanat senin hayatında diyor..

Benim romanda ilgimi çeken tartışmalardan sonuncusu ise suç ve ceza üzerine. Kitabın bir yerinde bir insana en büyük cezanın "ceza vermemek" olduğunu söylüyor. Bu söylemden dolayı suç ve cezaya bakışını ben Dostoyevskinin suç ve cezasına paralel buldum. "Ceza" aldığında rahatlayan Raskolnikof ile Tanrım bizi affetme bize ceza ver diyen Dorian bu noktada kesişiyorlar. Farklı olarak Dorian kafasından böyle düşünceler geçse de teslim olmuyor.

Romanın güçlü olduğu bir konu da imgeler. Kitabın sonunda bıçakladığı portrenin vicdanı imlediğini düşünüyorum. İşlediği her suçla vicdanı zedeleniyor. Bunu görmezden geldiği müddetçe hayatına kaldığı yerden-gençliğiyle- devam edebiliyor. Ancak portreyi-vicdanını- görmezden gelmek ona bir tür ceza olmaya başlıyor. Suçunu kimse bilmese de portre biliyor-vicdanı onu yokluyor. Sonunda vicdanından kurtulursa rahata ereceğini düşünüyor. Ancak vicdanı ile beraber kendisi de yok oluyor. Böyle bir ayrım olamadığını düşündürdü bana bu son. Vicdanımız olmadan insan olamayız, var olamayız..

Tabi ki üzerine daha fazla düşünülmesi gereken ve birden fazla okunması gereken bir roman. Farklı bir zamanda tekrar okuyup imgeler üzerine tekrar kafa yormak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder