27 Ocak 2014 Pazartesi



Bülbülü öldürmek, orjinal adıyla to kill a mockingbird, Harper Lee'nin ilk ve tek romanı. Babası avukat olan Lee, bu romanını çocukluğunda tanık olduğu bir davadan esinlenerek yazmış. Hikaye 1930 amerikasında geçiyor. Yani büyük buhran zamanları..

Romanın anlatıcısı ve kahramanı Scout, küçük bir kasabada büyümekte olan bir kız çocuğu. Bir abisi ve avukat babası ile beraber yaşıyorlar. Scout'un gözüyle kasabayı tanıyor, kasabada olup bitenlere şahit oluyoruz. Scout çocuk gözüyle olanları sorguluyor, sorular soruyor. Büyükler dünyasında olup bitenleri anlamaya çalışıyor.

Kasabada beyazlar ve siyahlar beraber yaşıyorlar ancak her konuda siyahlar yok sayılır durumdalar. Sosyal hayatta, adelette, mahallede yok sayılıyorlar.

Biz büyükler olarak çok aşinayız bazı haksızlıklara. Belki de duya duya kanıksamış durumdayız. Ama bu adil olmayan dünyayı yeni keşfeden bir çocuğun gözüyle yeniden düşünmemizi sağlıyor kitap.

Scout büyüklerin adalet ve dürüstlük konusundaki yargılarını anlamakta zorlanıyor. Naif bir bakış açısıyla dolandırmadan sorular soruyor.

Kitabın en hoşuma giden bölümlerinden birinde Scout, babasının yanındayken, bir dava ile ilgili olarak mahalledeki “beyazlar” babasını tehdit etmeye geliyorlar. Scout ise bu tehdit edenlerden birine oğlunun nasıl olduğunu soruyor. Bunun üzerine bu soruyu sorduğu adam arkadaşlarını toplayıp gidiyor. Kin ve nefret gibi duyguların ail eve sevgi gibi duyguların yanında ne kadar çiğ kaldığını hissettim bu bölümü okuduğumda. İyi insan olmayı en iyi çocukken beceriyoruz galiba.

Dizlerimizin üzerinde yürüyerek etrafa baktığmızda hatırladığımız bir bakış açısı var ya hani. Şaşkın, umutlu, sorgulayan, hayalci.. Ben o boya inip oradan bakabildim hikayeye kitabı okurken.

Dili de oldukça akıcı idi. Çeviri başarılıydı.

Okunması gereken, modern klasikler içinde sayılabilecek bir kitap.

 http://10goldmockingbird.wikispaces.com/file/view/to_kill_a_mocking_bird.JPG/157999261/472x675/to_kill_a_mocking_bird.JPG

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder